Hayatsız cisim yoktur. Hayat, Allah'ın sıfatıdır ve
her şeyi kuşatmıştır. Ancak insan, diğer yaratıklardan akıl ve şuurla farklılık
kazanır, ölçülü ve ahenkli olur. Aklı veren Allah, İslâmiyet'i de göndermiş.
Madem ikisini de gönderen Allah'tır, öyleyse akıl, İslâmiyet'i anlamaya
elverişlidir. Aklın vazifesi Kur'an-ı Kerim'i, hadisleri, ilmihali anlamaktır
yani İslamiyet'i anlamaktır. Şuurun vazifesi de İslamiyet'i ölçülü yaşamaktır.
Dikkat edilirse kâinatta her şey ölçülüdür; burnumuz,
dilimiz, kollarımız boyumuz gibi uzasaydı felaket olurdu. Dikkat edersek
rüzgârlarda, depremlerde dahi bir ölçü var. Rüzgâr kırk kilometre esiyor, kırk
bin kilometre hızla esmiyor; on şiddetinde deprem oluyor, yüz şiddetinde deprem
olsa kıtalar yürür giderdi. Bu ölçüyü koyan Allah'tır. İnsan eğer şahsi
menfaatlerini her şeyin üzerinde görürse ölçüyü kaçırır. Yani ifrat ve tefride
girer ki bu, en tehlikeli haldir.
Hedefi aşan okla hedefe varmayan ok aynı değerdedir.
Yani ikisi de işe yaramaz. İfrat, hedefi aşmaktır. Tefrit hedefe
yetişememektir. Nihayetinde her ikisi de olumsuz sonuç verir. Çünkü önemli
olan, hedefe ulaşmaktır. İnsan hangi konuda ifrada veya tefride giderse çok
büyük zararlar görür. İslâm tarihinde yer alan birçok bâtıl mezhep ifrat ve
tefritten doğmuştur.
Bunun için, insan ölçüyü kaçırmamalıdır. Ölçü,
Kur'an'dır, sünnettir, İslâmiyet'tir. Allah ve Resulü (sav) ne diyorsa
doğrudur, onun dışına çıkmak ifrattır. Mesela bir mü'min durmadan namaz kılarsa
bu ibadet de ifrattır. İbadet sadece namazdan ibaret değil ki! Daha çok
farzlar, vacipler, sünnetler var. Hatta öyle insanlar var ki abdestim olmadı
diye on defa abdest alır da bu arada farz namazı kaçırır. Aynı şekilde
bir pire için yorgan yakanlar tefrittedir; bunların hayatı perişan olur.
İslamiyet, ölçü ve ahenk dinidir; ifrat ve tefritten
uzak bir dindir, Müslümanlara da böyle olmayı tavsiye etmektedir. Mesela zehir
tehlikelidir. Amma eczacılar ilaç yaparken zehir kullanır; ölçü dâhilindeki
zehir şifadır. Dolayısıyla mü'min, her şeydeki ölçü ve ahengi bilir,
ölçülü hareket etmeye çalışır. Böylece hayatı bir nizam içine girer.
Sırat-ı müstakim, istikamet çizgisi demektir. Yolda
giden araba dereye düşmeden nasıl bir istikamet takip ederse, sırat-ı müstakim
de mü'mini bulunduğu noktadan cennete öyle götürür. Bir tarafta ifrat tepeleri,
diğer tarafta tefrit çukurları vardır.
Müslüman, her şeyin ifratından kaçındığı gibi, fazla
sevinmekten, fazla üzülmekten de kaçınırsa hadiselerin elinde oyuncak
olmaktan kurtulur, kendini idare etmeye başlar.
İman çizgisi, sınır çizgisine benzer. Yanlış adım
attığında ecnebi ülkesine geçersin. İbadette de durum aynıdır. Müslüman
kendisini yanlış adımlardan korumalı, ölçülü, ahenkli hareket etmeli, ifrat ve
tefritten kaçınmalı, sırat-ı müstakimde yani orta yolda yürümelidir.
Mademki aklın vazifesi iyi ile kötüyü ayırt etmektir,
öyleyse şuurlu Müslüman, her hareketine ibadetin mührünü basandır. İslamiyeti
öğrenen ve yaşayandır. İfrattan ve tefritten kaçandır; Allaha asker olup,
yeryüzünü bir talimgâh bilendir, dünya işini ibadete çevirendir...